
Yıldızlı Terimler
KARIŞTIRILMAMASI GEREKENLER!!!
(SÜREKLİ AYIRDINDA OLUNMASI GEREKENLER!!!)
itibariyle 4.154 başlık/FaRk ile birlikte,
4.148 katkı[bilgi/açıklama] yer almaktadır.
Kılavuz içinde sözcük Ara/Bul...
(12/18)
- KUVANTUM ile "KELEBEK ETKİSİ"
- KUYU ile/ve/değil/yerine/||/<>/< İP
( Derin olan, kuyu değil kısa olan, iptir. )
- LÂF YETİŞTİRMEK ile/değil/yerine/>< KENDİNİ YETİŞTİRMEK
- LÂL OLANDAN ve AÇ OLANDAN ve HİÇ OLANDAN
( Sözün değerini öğreniriz. VE Ekmeğin değerini öğreniriz. VE Aşk'ın değerini öğreniriz. )
( Bir yılın değerini anlamak için, sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.
Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.
Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir yayıncıya sor.
Bir saatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.
Bir dakikanın değerini anlamak için, trenini kaçıran yolcuya sor.
Bir saniyenin değerini anlamak için, bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.
Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için, olimpiyatlarda, gümüş madalya kazanan koşucuya sor.
Her an'ını, değerlendir; her dakikanı, çok özel biriyle paylaş!
Zamanında ortak edebileceğin kadar özel biri. Unutma! Zaman, hiçkimse için durmaz.
Geçmiş zaman, Tarih; Gelecek zaman, Gizemli; ŞU AN ise sana verilen gerçek bir armağandır. )
- LÂM'I-CİM'İ (YOK)
( Lâm, ÂN'ı; Cim, Zaman'ı simgeler. )
( "Beklenilecek, zaman geçirilebilecek yanı yok!" anlamında kullanılır. )
- LÂTİF/E ile/ve/||/<> RİKKAT
- LÂYIK değil/yerine/= YARAŞIK, YAKIŞIR
- LEB DEMEDEN, LEBLEBİYİ ANLAMAK ile/ve/değil/||/<>/< LEB DEMEDEN LÜB'Ü ANLAMAK
- LOKMANI ve/||/<> YERİNİ
( Hak et! VE/||/<> Pak et! )
- LOKMANIN TADI ile/ve/||/<>/> YEMEĞİN TADI
( Ne kadar çok çiğnersek. İLE/VE/||/<>/> Ne kadar az yersek. )
( Yediğini, iç; içtiğini, ye! İLE/VE/||/<>/> Çok yiyen, az tad alır; az yiyen, çok tad alır. )
- LOKMAYI ÇABUK YUTMAK ile/değil/yerine/><
YETERİNCE ÇİĞNEDİKTEN SONRA YUTMAK
( Yemek yerken bir sonraki lokmayı hazırlamak yerine ağızdaki lokmayı iyice çiğnemek, yavaş yemek ve yiyeceğin tadını/zevkini tam olarak almaya çalışmaktır doğru olanı! )
( Yediğini, iç; içtiğini, ye! )
- LÜKS ile/değil/yerine TOKGÖZLÜLÜK
( Yapay yoksulluk. İLE/DEĞİL/YERİNE Doğal zenginlik. )
- LÜTFEN[< LÂTİF]/LÜTÛFEN ile/ve/< RİCÂ[< REC' | çoğ. RÜCÛ]
( Kabalaşmış/kesif olandan değil en ince olandan (noktadan), hepimizin başlangıç/hareket/buluşma noktasından sesleniyorum/istiyorum. İLE/VE En ince olana (noktaya) geri dönüyorum. Orada buluşuyor ve oradan sesleniyorum/istiyorum. )
- MADEN-İ HÂS ve/||/<> KAVÎ İLTİMAS ve/||/<> DERK-İ TEMAS
( Yaşamda ya da herhangi bir işte, başarılı olabilmek için gerekli olanlar:
Altın(para/sermaye). VE/||/<> Ayrıcalık sağlayan/sunan, güçlü ve güvenilir biri. VE/||/<> Tanıyan/anlayan biriyle ilişki/yakınlık. )
(
)
- MAĞDUR/HASTA EDEN/ETMEK ile/ve/değil/||/<>/< MAĞDUR/HASTA OLAN/OLMAK
- MAHATMA GANDHI
( Gandhi'nin yaşamla ilgili sorulara verdiği yanıtlar...
- En hoş gün?
Bugün...
- En kolay olan?
Yanılmak...
- En büyük engel?
Korku...
- En büyük yanlış?
Vazgeçmek...
- Tüm kötülüklerin temeli?
Bencillik...
- En iyi oyalanma biçimi?
Çalışmak...
- En büyük çöküş?
Ümitsizlik...
- En iyi eğitmenler?
Çocuklar...
- En temel olan?
İletişim...
- En çok mutlu eden?
Başkalarına yararlı olmak, iyilik yapmak...
- En büyük gizem?
Ölüm...
- En büyük kusur?
Huysuzluk...
- En tehlikeli kişi?
Yalancı...
- En zararlı düşünce?
Kıskançlık...
- En hoş armağan?
Bağışlama...
- En kısa yol?
Düz, doğru yol...
- En güçlü duygu?
İç huzur...
- En iyi koruyucu?
Iyimserlik, keşfetmek...
- En gerekli kişiler?
Sevgili ve dostlar...
- Yaşamdaki en harika olan?
Sevmek...<3
)
- MÂHİYET'TE VARLIK:
AYNİYET ile/ve GAYRİYET ile/ve CÜZZİYET
- MAKİNA YAPMAK ile/ve/değil/||/<>/>/< MAKİNA YAPAN MAKİNA YAPMAK ile/ve/değil/||/<>/>/< "YAPAY ZEKÂ" ÜRÜNLERİ/ARAÇLARI GELİŞTİRMEK/OLUŞTURMAK
- MAL ve/||/<> ARKADAŞLIK ve/||/<> AŞK
( [Değeri yoktur!] Cömertlik yoksa. VE/||/<> Vefâ yoksa. VE/||/<> Karşılık yoksa. )
- MALI SEVMEK ile/değil/yerine KENDİNİ SEVMEK
( Kendini sevemeyenin sevdiği. İLE ... )
- MANEVİYÂT:
KABALIKTAN > ZARÂFET'E
- MANKURTLAŞMA ile/<> KÖZ/KÖS-KAMANLAŞMA ile/<> KANARALAŞMA
( MANKURT EFSANESİ
Efsaneye göre, Kazakistan'ın uçsuz-bucaksız Sarı-Özek bozkırının yerlisi olan Kazaklar, eski tarihlerde, onların su kuyularına ve otlaklarına göz diken Juan-Juanlar'ın zaman zaman baskınlarına maruz kalmaktalardır. Baskınlarda bazen Kazaklar, bazen de Juan-Juanlar gâlip gelmektedir. Juan-Juanlar savaşı kazandıklarında, alıp götürdükleri esirlerin bazılarını başka kabilelere satmaktalardır ki bunlar oldukça şanslı sayılırlar. Çünkü hiç olmazsa, köle olarak da olsa, sağ kalmaktalardır. Güçlü kuvvetli esirleri ise satmamakta, akıl almaz işkencelerle, belleklerini kaybettirerek, adeta delirtmekte ve onları, kendilerinin sadık köleleri olarak en önemli işlerde çalıştırmaktalardır.
Juan-Juanlar'ın işkencesini dinlemek bile acı vericidir: Önce, esirin başını, bir tane bile saç bırakmamacasına tamamen tıraş etmektelerdir. Hemen o anda, bir deve kesmekte, devenin derisinin en kalın yeri olan boynundan parçalar keserek, kanlı kanlı, esirin tıraşlı başına sımsıkı sarmaktalardır. -Aytmatov, bu deri başlığı, bugün yüzme sporunda kafaya takılan kauçuk başlığa benzetmektedir.-
Bu işkenceye maruz kalan esir, bazen acılar içinde kıvranarak ölmektedir (ki onlar da şanslı sayılmalıdır!), ölmeyenlerin boynuna, kafasını yerlere sürtmesin diye bir boyunduruk takılmaktadır. Bu haliyle esiri götürüp, çığlıklarının da duyulmayacağı ıssız bir yere, elleri kolları bağlı, aç ve susuz, kızgın güneşin altında günlerce bırakmaktalardır. Tabiî, güneşte kavrulan deri kurudukça, kafayı bir mengene gibi sıkmakta, işkence, dayanılmaz hale gelmektedir. Fakat işkenceyi asıl dayanılmaz yapan, sadece bu değildir. Kafadaki saçlar, bir taraftan uzamaya çalışmaktadır. Fakat dışarıya doğru büyüyemediği için, kafa derisinin içine doğru büyümeye
çalışmaktadır. Sonunda esir, aklını yitirmekte, belleği iyice sıfırlanmaktadır. Adeta, içine saman doldurulmuş bir post (korkuluk) haline gelmektedir. İşkencenin beşinci günü Juan-Juanlar gelip sağ kalan esirleri almakta, boynundaki engeli çıkarmakta, kendine yiyecek-içecek vermektelerdir. Böylece, köle, beden gücünü yeniden toplayıp kendine gelmektedir. Fakat bundan böyle o normal bir insan değildir, o artık bir mankurttur!
Böyle bir mankurt, köle pazarlarında, güçlü-kuvvetli on esirin fiyatına satılabilmektedir. Eğer aralarındaki bir savaşta bir mankurt öldürülürse, Juan-Juanlar karşılık olarak, hür bir kişinin bedelinin üç katını almaktalardır.
Bir mankurtu, ailesinden birileri gerek kaçırmak, gerekse fidye vermek suretiyle vb. geri almak istemezmiş. Çünkü o artık aileden biri değildir, aksine, zararlı biri olmuştur. Belleği iyice boşaltılan mankurt, babasını, çocukluğunu vs. asla anımsamamakta, hatta insan olduğunu bile bilmemektedir. Yani ağzı var ama dili yoktur. Efendisine mutlak koşulda itaat eden, gayet evcil bir hayvana benzemektedir. Kaçmayı bilmediği için böyle bir riski de yoktur mankurtun... Sadece karnının acıktığını hissetmekte o kadar...
Efendisinin emir ve komutlarına bir köpek sadakatiyle bağlıdır. Mankurtlaşan köleler, en kötü ve en zor işleri gık demeden yapmaktalardır. Sarı-Özek'in ucsuz-bucaksız çöllerinde, kavurucu sıcak altında deve sürüleri otlatmak ancak onların yapabileceği bir iştir. Ölmeyecek kadar yiyecek, donmayacak kadar giysi vermek yeterlidir onlar için.
İşte, Juan-Juanlar, tutsak kişilere, bu en ağır işkenceyi, belleğini yitirme, anılarını elinden alma, kimliğini unutturma işkencesini tatbik etmektelerdir. Nayman Ana öyküsü, oğlu Colaman böyle bir mankurtlaşmaya maruz kalan bir ananın dramıdır.
Nayman Ana, oğlu Kolaman [Colaman: Yol aydınlığı.] kaçırıldıktan sonra yıllarca ondan hiçbir haber alamamıştır. Öldü mü, kaldı mı, mankurt mu yapıldı, bilmemektedir. Derken, bir gün, Naymanlar bölgesine gelen tüccarlar, Juan-Juanlar'ın, su kuyuları yanından geçerken, deve sürüleri güden genç bir çobanla karşılaştıklarından söz eder. Çobanın hiçbir şey anımsamadığını, sorulan sorulara 'evet' ya da 'hayır' gibi kısa yanıtlar verdiğini vs. anlatırlar. Tüccarlar, onunla biraz da alay etmişlerdir. Nayman Ana, anlatılanları sessizce dinlemiş, fakat hiç oralı olmamış, sanki bir şey duymamış gibi davranmıştır. Fakat birden içine bir kor düşmüştür; sanki bu anlatılanın, oğlu Kolaman olduğuna dair birden bir aydınlık belirmiştir içinde. Tabiî aydınlıkla beraber de bir korku...
Nayman Ana, gördüğü böyle bir ışık karşısında daha fazla duramaz, derhal hazırlıklara koyulur, hiçkimseye sezdirmeden, devesine biner ve sabahın erken saatinde, çobanların söz ettiği, Juan-Juanlar'ın su kuyularına doğru yola koyulur. Kilometrelerce gider Sarı-Özek bozkırında ve binbir türlü korkunun sarmalında, sonunda, oğlunu bulur. Evet, Nayman Ana, deve sürüsünün başında, oğlu Kolaman'ı, başındaki deri şapkasıyla yapayalnız bulur. Herşeye karşın oğlunu tanımakta zorlanmaz.
Kolaman, gözlerine kadar indirdiği şapkasının altından durgun gözlerle anasına bakmaktadır. Sanki, o ıssız çölde, yanına bir kişinin gelmiş olması, onu, hiç ama hiç ilgilendirmemektedir. Hiçbir heyecan, depreşme, o geleni bilme, tanıma arzusu görülmemektedir. Kolaman'a, oğluna yaklaşan Nayman Ana, gerçeği artık iyice anlamıştır: Hıçkırıklar arasında varır sarılır oğlunun boynuna. "Oğlum, oğlum Kolaman! Benim, bak ben geldim, ben annen, Nayman Ana! Sen benim oğlumsun!" derse de, bu sözler, Kolaman için hiçbir anlam ifade etmemektedir. Nayman Ana, tekrar tekrar dener, kendini oğluna tanıtabilmeyi, ondan bir söz olsun yanıt alabilmeyi; adının Kolaman olduğunu anımsamasını, kendi memleketini, babasını, anasını anımsasın ister ama heyhât...
Kolaman, boş ve anlamsız gözlerle bakmaktadır. Karşısındaki kadının niçin ağladığını, neden burada, bu ıssız çölde, karşısında bulunduğunu, ondan ne istediğini hiç mi hiç düşünemiyor, hiçbir şey hissetmiyordur. Anası, bir girişim daha yapar ve bu sefer, Kolaman, adının 'Mankurt' olduğunu söyler. Anası çırpınmakta, hüngür hüngür ağlamakta, bir taraftan da bu zulmü yapanların akıllarına nasıl olup da böyle işkence yöntemlerini getirdiği için Tanrı'ya sitem etmektedir...
Nayman Ana, Sarı-Özek'te söylenen bir ağıdı anımsar:
"Ben, öldürülen, derisine saman doldurulan yavru devenin anasıyım. Buraya, saman dolu yavrumun tulumunu koklamaya, yavrumun kokusunu almaya geldim."
Nayman Ana, tekrar tekrar oğluna bir mankurt olmadığını, kendinin bir Nayman, asıl adının, Colaman olduğunu söylerse de sonuç alamaz. O anda, uzaktan gelen bir Juan-Juan'ı fark eder ve kaçar. Juan-Juan da onu fark etmiştir fakat Nayman Ana gizlenir ve Juan-Juan'ın eline geçmekten kurtulur. Nayman Ana geceyi orada geçirir. Sabahleyin etrafı kolaçan ederek yeniden sokulur, "içine saman doldurulan yavrusunun tulumunun" yanına...
Kararı, ne pahasına olursa olsun oğlunu alıp buralardan götürmek, onu kaçırmaktır. Bu sefer yine Juan-Juanlar gelmektelerdir, o yine kaçar. Juan-Juanlar kadının kim olduğunu öğrenmek için Kolaman'ı iyice sorguya çekerler. Tabiî ki konuyu anlamışlardır ve Kolaman'a emir verir, o kadın yine gelirse, onu öldürmesini sıkı sıkıya tembihlerler.
Kolaman'ın efendileri gittikten sonra son bir ümitle yanına gelen annesi bir an oğlunu göremez. Göremez, çünkü o anda, Kolaman, bir devenin arkasına sinmiş, elindeki oku annesine nişan almakla meşguldür. Annesi, oğlunu fark ettiğinde ok yaydan çıkmıştır ve öldürücü darbeyle Nayman Ana, devesinden yere yığılır. Düşerken, son sözleri, "Adını anımsa, adını anımsa!" olmuştur.
Kolaman, yani Mankurt, öz anasını düşman evinde, düşmanın sürüsünün başında ve düşmanın talimatına bağlı kalarak öldürmüştür. Nayman Ana'nın düşüp öldüğü bu yere, "Ana-Beyit Mezarlığı" denilmiştir. Yani "Ana'nın yattığı yer"...
İLE/<>
KÖZKAMANLAŞMAK
Destana göre, Manas, Alma Ata ıramağının gözesinde, Sungur'da oturan, hiç oğlu olmamış Yakup (Cakıp) Han'ın, duasından sonra Tanrı'nın verdiği yiğit oğludur. Manas birçok olağanüstülükler göstermiş, İslâm yolunda mücadele etmiş biri olarak takdim edilmektedir. Manas'ın, küçükken Kalmuklar'a esir düşen ve Moğolistan'a götürülüp orada büyütülen Köz-Kaman adında bir amcası vardır. Köz-Kaman, Moğolistan'da, Kalmuklar arasında büyütülür, bir Kalmuk kızıyla evlendirilir, oğulları olur ve bir gün oğullarıyla birlikte ata yurduna geri döner. Fakat o artık Kalmukça konuşmaktadır. Manas, daha önce amcasını hiç görmemiştir, dolayısıyla onu tanımamaktadır. Üstelik de Kalmukça konuştuğu için, amcasını casus zannetmektedir. Manas amcasını yakalar ve zincire vurur. Bu arada Manas, babasına mektup yazarak, amcası hakkında bilgi sağlar. Babası, amcasına iyi davranmasını söyler. Manas, babasının sözüne uyarak amcasını salıverir. Hatta bir de onun onuruna şölen verir fakat işte Köz-Kaman'lık gerçek yüzünü ortaya koymuştur: Köz-Kaman'ın oğulları şölende arbede çıkarır ve Manas'ı döver. Manas, ileride Kalmuklar'a karşı sefere çıktığında da Köz-Kaman ve oğullarının ihanetinden kurtulamaz.
[Manas Destanı ve Köz-Kaman: Köz-Kaman, Manas Destanı, kahramanlarından birinin adıdır. Adını, bir Kırgız yiğidinden alan, 400 bin dizelik Manas Destanı, bir Kırgız destanı olup, Müslüman Kırgızlar'la, putperest Kalmuklar arasındaki mücadeleyi anlatmaktadır. Manas'ın tarihî bir kişilik olmadığını ileri sürenler varsa da, onun bir Kırgız beyi ya da bir Kırgız yiğidi olma olasılığı yüksektir. Bu destanda, Kırgızlar'ın tüm örf-âdet ve gelenekleri, inanç ve dünya görüşleri işlenmiştir.]
İLE/<>
KANARALAŞMAK
Bir köyde, yaşlı bir adam ve oğulları yaşamaktadır. Bir gün, adamın sürüsünden esrarengiz bir biçimde koyunlar eksilmeye başlar. Oğullar, eksilen koyunların ölüsünü ya da dirisini aramadık yer bırakmazlar ama ne yazık ki bulunamamaktadır. Babaları, bu duruma epeyce kafa yormakta fakat akıl erdirememektedir. Adamın, en sonunda aklına yatan düşünce şudur: Koyunları evin köpekleri, yani bizzat sürüyü korumakla görevli olan "bekçi" köpekler yemektelerdir. Bu demektir ki, köpekler kanaralaşmıştır!
Yaşlı adam, çocuklarına talimat verir, der ki, "Gidin, evdeki tüm köpekleri öldürün. Hiçbir eniği de sağ bırakmayın! Daha sonra başka köylerden yeni enikler bulur getirir ve onları yeni baştan eğitirsiniz."
Oğullar, babalarının dediği gibi yapar ve fakat birkaç yıl sonra yine aynı durum görülmeye başlanır. Bu sefer, adam, çocuklarını başına toplar ve onlara, birkaç yıl önce kendilerine verdiği talimatı aynen yapıp yapmadıklarını sorar. Küçük oğul, o gün küçük bir eniği, acıdığı için öldürmemiş olduğunu itiraf eder. Evet, konu anlaşılmıştır: O küçük enik, anasından-babasından kanaralaşmayı öğrenmiştir, kanaralaşmak bir biçimde ona da bulaşmıştır. Büyüdükçe o da bu "ahlâkı" öteki köpeklere öğretmiştir. )
- ... MANTIĞI ile/ve/değil/||/<>/< KABULÜ
- MANTIK ile/ve/değil/||/<>/< MANTIKSAL ZORUNLULUK
- MANTIKLI DÜŞÜNMEK ile/ve MANTIK BİLMEK
- MANTIKLI ile MANTIKSAL
( Mantığa uygun, usa/akla uygun. | Mantığa uygun davranan. İLE Mantıkla ilgili olan. )
- MARDİN ÇÖREĞİ ile/ve/<> PAYLAŞIM
- MÂRİFET:
İÇTENLİK ile/ve/||/<> NEZÂKET ile/ve/||/<> ZARÂFET
- MÂRİFET ile/ve/||/<> ZARÂFET
( Bilgi ve uygulamanın, uygun/isabetli zaman ve zeminde buluşmasıyla açığa çıkar. İLE/VE/||/<> İçtenlik ve inceliğin buluşmasıyla açığa çıkar. )
- MASALLAR:
ÇOCUKLARA ile/ve/||/<> YETİŞKİNLERE
( Uyutmak için. İLE/VE/||/<> Uyandırmak için. )
- MAŞERÎ[Ar.] değil/yerine/= ORTAK US/AKIL
( Topluluğun olan, ortaklaşa. )
( Hiçkimse, birlikte olduğumuz kadar akıllı değildir/olamaz. )
- MASÛNİYET-İ ŞAHSİYE ile MASÛNİYET-İ TEŞRÎİYE
( Kişi dokunulmazlığı. İLE Yasama dokunulmazlığı. [Milletvekili dokunulmazlığı değil!] [Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının sadece meclisteki sözleri üzerine sınırlandırılmasını bekliyoruz en kısa sürede!] )
( MASÛNİYET: Eminlik, sağlamlık, mahfuzluk. | Korunma. | Dokunulmazlık. )
- MATEMATİK ile/ve/||/<> MATEMATİK
( Tanımlar/ilkeler ve doğaya dair bilgimize hizmet eden. İLE/VE/||/<> Varlık hakkında/dair konuşma olanağına sahip "ikinci felsefe". )
( Nesin Matematik Köyü Youtube Kanalı )
( )
( )
( )
- MATEMATİK ile/ve/||/<> SİMGESELLİK ile/ve/||/<> DİL
( MATEMATİK: Simgeselliğe dayalı, evrensel dil. )
- MATEMATİK/BİLİM EŞİKLERİ
( )
( "Dünyayı Değiştiren Kadın Matematikçiler"i görmek ve okumak için burayı tıklayınız... )
- MATEMATİK/SEL/LİK:
DEĞERLİ ile/ve/fakat/||/<>/> YETERLİ DEĞİL
- SU KULLANIM/AYAK İZİNDE:
MAVİ ile/ve/||/<>/> YEŞİL ile/ve/||/<>/> GRİ
( Bir ürünü üretmek için gereksinim duyulan yüzey ve yeraltı tatlı su kaynakları ölçüsü/oranı. İLE/VE/||/<>/> Bir ürünü üretmek için kullanılan toplam yağmur suyu ölçüsü/oranı. İLE/VE/||/<>/> Kirlilik yükünün ortadan kaldırılması ya da azaltılması için kullanılan tatlı su oranı. )
- MAYA ile/ve/<> ANADOLU MAYASI
( ... yapar/yaptırır. İLE/VE/<> İnsan yapar. )
- MAZERET değil/yerine/>< EYLEM
( İstemiyorsak. DEĞİL/YERİNE/>< Gerçekten istiyorsak. )
- MECZÛB ve/||/<>/> DİLEKÇESİ...
( 1965 yılında vefât eden,
Elazığ Tımarhanesi'ndeki bir meczubun (ortadaki)
Allah'a yazdığı mektubu...
“Ben, dünya Kürresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyü'nden, (El-Aziz --Elazığ) Tımarhanesi (Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi) sakinlerinden;
ismi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin, ahir deminde misafiri Azrail’i beklerken, Başhekimlik üzerinden, Hâkimler Hakimi'nin dergâh-ı Ulûhiyetine son arzuhâlimdir:
Ben, gam(dertlilik) deryasında, fakirlik vatanında,
horluk ve rezillik kaftanında, SULTAN yapılmışım.
Meyvelerden, dağdağana; çalgılardan, ney-kemana kapılmışım… Benim yatağım, akasya dikeninden; yorganım, kirpi derisinden farksızdır. Kalbim, Ayizman’ın(Hitlerin işkenceci Nazi Komutanı) fırını ve Sahrâ'nın çöl fırtınasıdır.
Ruhum, âşık-ı Hüdâ Mahbûb peresttir, lâkin aklım,
kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gûresttir(gel-gittir).
Bana gelen, derd ü gamın kilosu beleştir. Nerede bir güzel varsa, bana karşı keleştir(yüz vermez, cesâretlidir),
tüm yiğitler de bana hep ters ve terestir.
Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdesttir. Yani, içtiğimiz, kezzap suyu; mezemiz ise ateştir.
Ol Resûl-i zişân ve Sultân-ı dü-cihân: “Cenâb-ı Allah’ın, insanları, dünya; dünyayı ise insan için yarattığını; Ruhları, vucud için, vucudları ise ruhlar için yarattığını; erkekleri, kadınlar; kadınları, erkekler için yarattığını; Cennet'i, mü’min kullar, mü’min kulları da Cennet için yarattığını; cehennemi, inkârcılar ve münâfıklar, inkârcıları ve münâfıkları da cehennem için yarattığını” hadisleriyle haber vermiştir.
Peki, acaba, benim gibi meczub divâneleri ne maksatla halk etmiştir? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin...
Allah, sana iman verdi, sen, tuğyan edersin; O in’am etti, sen, küfran(nankörlük) edersin; O, ikram etti, sen, inkâr edersin; O, ihsân etti, sen, isyân edersin; bir de kalkıp bana deli divâne diye bühtân edersin!...
Bu söylediklerimin hepsi, ruhumun içinde cenk etmektedir. Eğer, dilekçemin yanıtı gelirse bu manevralar sona erecektir.
Şimdi, adresimi arz ediyorum: Kur’ân’ı geldiği yere, yine Kur’ân’ı getiren, geri taşısın. Madem ki, ahkâmı ve ahlâkı kalmadı, Kur’ân’ın kâğıdı ve yazısı neye yarasın?! Tâ ki, Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince, yeniden okunup yaşansın!
Ey, zerrelerden kürrelere, yerlerden göklere, tüm âlemlerin Rabbi!...
Ey, cemâdî, nebâtî, hayvanî, insanî, ruhanî ve nuranî,
her şeyin ve herkesin yegâne sahibi!...
Ey, iman ve şuur ehl-i kalplerin, en yüce habîbi!...
Ey, dertli bedenlerin, kederli gönüllerin ve yaralı yüreklerin tabîbi!...
Ben, bi-çâre kulun ki; garipler garîbi, hüzünlerin esîri, zulümlerin mustarîbi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhane delisi...
Ama kutsî muhabbet ve hasretinin divânesi!...
Herkesi ve her şeyimi elimden aldın ama sana sığındım, aşkına sarıldım, yegâne Sen kaldın!... Yurdumdan, yuvamdan, evimden, barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın. Ama onları ararken, Sana ulaştım, sevdâna daldım! Böylece, fânî ve hayalî görüntülerden kurtarıp hakîkî tecellîne mazhar kıldın.
Yüceler yücesi Rabbim, Efendim!
Hakk'tan saparak ve haddimi aşarak, hâşâ, Sen'den, Burak bineği, Cebrail seyisi, Sidret'ül Münteha menzili, cümle mahlûkâtın en şereflisi, Rahmân'ın en mükemmel tecelli ve temsilcisi… Kâinâtın fahrî ebedîsi, Âhir zaman Nebî'si ve Mehdî'si, Levh-i Mahfûz'un tercümanı ve tebliğcisi, Efendiler efendisi, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem’in) Mahbubiyeti'ni mi istedim?...
Hanif Din'in üstadı ve nice Nebîlerin atası, Hz. İbrahim’in, halîliyetini; Hz. Süleyman’ın, saltanat ve servetini; Hz. Musa’nın, Celâdet ve cesâretini; Hz. İsa’nın ruhanîyetini mi istedim?...
Hz. Ebû Bekir Sıddık’ın, yüksek fazîlet ve kurbiyyetini; Hz. Ömer'ül Faruk’un, dirâyet ve teslimiyetini; Hz. Osman-ı Zinnureyn'in, asâlet ve sehâvetini; Hz. Aliy'ül Murtaza’nın, ilim ve velâyetini mi istedim?...
Senden, mülk-ü-hâkimiyet, şan-ü-şöhret, mal-ü-servet mi talep ettim? Senden, vucuduma sıhhat ve âfiyet; aklıma ziyâ ve selâmet; hayatıma, huzur ve istikâmet dilendiysem, bunlar için de bin kere tevbe ettim!
Çünkü, Şeriât'ın iptal, Tarikât'ın ihmal, Hakîkât'ın ihlâl ve mü’minlerin iğfâl edildiği bir zillet ve rezâlet döneminde, bana, akıl ve mükellefiyet verseydin, bu, sadece benim mesûliyet ve mahzûniyetimi ziyâdeleştirecekti!
Sultan'ım Efendi'm!
Ben, Senden, sadece, seni istedim; pahası, elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahiplendiklerimi uğruna fedâ etmektir.
Rabbim, elbet vardır hikmeti ki, bu kuluna, böyle zillet ve zahmet çektirirsin. Ben, hâşâ, itiraz değil naz ederim ama umarım,
Sen, niyâz kabul edersin.
Aile efrâdımı, akl-ı izânımı alıp beni hicrâna saldın. Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hâin ve hilekâr olaydım...
Ya varlıklı kalıp ama zâlim ve sahtekâr olaydım...
Ya âlim ve saygın kalıp ama gâfil ve riyâkâr olaydım...
Ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkâr olaydım...
Ya sağlıklı sefâlı kalıp ama sapıtmış, ahlâksız ve vicdansız olaydım!...
Derd-ü-belâ ki, sabredenlerin vesile-i mirâcıdır. Mü'minler, kalbimin tâcı; mücrimler, rahmetin muhtâcı; münkirler, hikmetin icabı; Sâdık ve âşık, ehl-i cehd adâletin ilâcıdır. Velâkin, bu münâfık, hain ve zâlimler ise çıban başıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helâli dışında tüm kadınlar, kızlar, ana-bacıdır.
Ey Rabbim, Efendi'm!
Malûm-u âlîniz ve yüce takdirinizdir ki; ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu… Ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu… Ne etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu!...
Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım; ama şikâyet şekâvettir; tüm bu fânî ve fenâ nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahı'nı buldum...
Beni, yoktan var ettin, iman ve hidâyet buyurup varlığından haberdar ettin, ama aklımı alıp kulunu, bi-karar ettin.
Sana, sonsuz şükürler olsun!...
Şimdi, son dileğim, beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nûrundan ayırma, ne olursun!
Umarım, bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın; çünkü, Zâtından gayrıya yalvarıp yakarmanın, ŞİRK olduğunu buyurdun!
Selâm ve dua ile... )
- MEDÂR-I İFTİHÂR değil/yerine/= ÖVÜNME NEDENİ/ARACI, ÖVÜNÇLÜK, KIVANÇLIK
- MEDENİYET DİLİ ile/ve/değil KÜLTÜR DİLİ
- MEDENİYET ve FELSEFE-BİLİM
- MEDENİYET ve/<> TEMEDDÜN
( Düşünülen ve konuşulanı içerir. VE/<> Aynı zamanda, yaşanılan ve yapılan süreci, sürekliliği içerir. )
( Olmuş, bitmiş örgü. VE/<> Sürekli örülmekte olan bir örüntü. )
- MEDED[Ar.] değil/yerine/= YARDIM
- MEDİTASYON ile/ve OTOHİPNOZ
- MEDYATİK ZİHNİYET ile AKADEMİK ZİHNİYET ile SİSTEMİK ZİHNİYET ile BİLGE ZİHNİYET
( 50-100 günü öngermek. İLE 50-100 yılı öngermek. İLE 500-1000 yılı öngermek. İLE 5000 - ~ yılı öngörmek. )
( MEDIATICAL MIND vs. ACADEMICAL MIND vs. SYSTEMATICAL MIND vs. WISE MIND
Prudence in 50-100 days. WITH Prudence in 50-100 years. WITH Prudence in 500-1000 years. WITH Prudence in 5000 -
years. )
- MEKÂNİK DAYANIŞMA ile/ve DAYANIŞMA
- MEKANİZMA ile/ve/||/<> İLKE
- MEME:
BEBEĞİ/ÇOCUĞU BESLEYEN ve/||/<> KENDİNİ/DİŞİLİ/ANNEYİ BESLEYEN
- MEMNUNİYET ile KABUL
( SATISFACTION vs. ACCEPTANCE )
- [Ar.] MEMNUNİYET ile MEMNUİYET
( Kıvanma, kıvanç. İLE Yasak olma, yasak edilme durumu. )
- MEMNUNİYET ile MUTLULUK
( Tüm mutluluk, öz varlığınızı hoşnut etmekle gelir. )
( Mutluluğumuzun, nesnelere, olaylara ve kişilere bağlı olduğuna "inanmak", gerçek doğamızla ilgili bilgisizliğimizden kaynaklanır. )
( Mutluluğu, saldırıya ve değişikliğe uğratılamaz olan gerçek mutluluğu ararsanız, dünyayı, acıları ve hazları ile ardınızda bırakmalısınız. )
( Bağımsızlığınızı idrak edin ve mutlu kalın. )
( Kederin nedeni, cehalettir. Mutluluk, anlayışı izler. )
( PLEASED/GLAD vs. HAPPINESS
All happiness comes from pleasing the self.
To believe that you depend on things and people for happiness is due to ignorance of your true nature.
If you seek real happiness, unassailable and unchangeable, you must leave the world vs. its pains and pleasures behind you.
Realise your independence and remain happy.
Ignorance causes sorrow. Happiness follows understanding. )
- MENDİL HEDİYE ETMEK değil/ve İÇİNDEKİNİ GİZLEMEK
( Hediye edilen mendiller içindeki altın ya da paranın görünmemesini sağlamak içindi(r). )
- MERHAMET:
ACIMAK değil/yerine/< ACITMAMAK
- KENDİNİ TANI/BİL!:
HÜRMET ve/<> MUHABBET ve/<> MERHAMET
( Kendini bilen, bilmeyenin kusuruna bakmaz. )
( Küçüğün, büyüğe gösterdiği/göstermesi gereken. VE/||/<> Herkese ve herşeye gösterebildiğimiz kadar gösterebileceğimiz/göstermemiz gereken.[Koşulsuz!] VE/||/<> Büyüğün, küçüğe gösterdiği/göstermesi gereken. )
- MERHAMET ile/ve SABIR
- MESAFE KOYMAK ile MESAFE/Yİ KORUMAK
- MEŞGUL ile/değil/yerine/>< ÜRETKEN
- MESKENET[Ar.] değil/yerine/= YOKSULLUK
( Miskinlik, beceriksizlik. | Yoksulluk. )
- MEŞRÛ ve/||/+/<>/> MAKUL ve/||/+/<>/> MASUM
( Tütün[sigara vb.], çevremizdeki en çok maruz kaldığımız ve en sorunlu dayatmalardandır ne yazık ki. Tabii, bizim izin/fırsat vermememiz dışında! )
- MEŞRÛ/İYET(GEÇERLİ/LİK) ile/ve/||/<> TUTARLI/LIK
- MESÛL ve/||/<>/> MESÛD
- MEVT-İ TABİÎ ile/ve MEVT-İ İRÂDÎ
( ... İLE/VE Ölmeden önce "ölmek". )
( Dirimsel/biyolojik. İLE/VE Anlamsal/manevi. )
- MEYDAN OKUNAMAZLAR:
YEL ve/||/<> SÖZLÜK ve/||/<> MASUM/SEVGİ
- MEZUN:
KENDİNİ KURTARACAK KADAR ile BAŞKASINI KURTARACAK KADAR
- MEZUNİYET ile EMEKLİLİK
- MİDENİN BOŞ KALMASI/BIRAKILMASI ile/ve/<> ZİHNİN BOŞ KALMASI/BIRAKILMASI
( [olumlu/olumsuz biçimde] Gözlere yansır. İLE/VE/<> Sözlere yansır. )
- MİKROSKOP ile/ve/||/<>/>< TELESKOP
( [Kişinin] Önemini/"büyüklüğünü" gösterir. İLE/VE/||/<>/>< Önemsizliğini/küçüklüğünü gösterir. )
( Kıskançlığın aracı. İLE/VE/||/<>/>< Sevginin aracı. )
- MİNARE ile "EĞİK MİNARE"
( )
- MİNNET (DUYMAK) ile/ve/değil/yerine/||/<>/< SAYGI (DUYMAK)
- MİSAFİR ile/ve/<>/değil/>< MUKÎM[< KIYÂM]
( 72 saat boyunca ağırlanan kişi. İLE/VE/<>/DEĞİL/>< Oturan, ikâmet eden. | 72 saatten daha uzun süre kalan misafir/kişi. )
- MİSK KOKUSU ile/ve/değil/yerine DOST KOKUSU
- MİT ve/||/<>/> ÜMİT
- MİZÂC-I VAKTE VÂKIF OLMAK ve/||/<> KEYFİYET-İ HÂLE ÂRİF OLMAK
- MONAD[1] ile/ve/||/<> DIAD[2] ile/ve/||/<> TRIAD[3] ile/ve/||/<> TETRAD[4] ile/ve/||/<> PENTAD[5] ile/ve/||/<> HEKSAD[6] ile/ve/||/<> HEPTAD[7] ile/ve/||/<> OGDOAD[8] ile/ve/||/<> ENNEAD[9] ile/ve/||/<> DECAD[10]
- MUAYEDE[Ar.] değil/yerine/= BAYRAMLAŞMA
- MUAZZEZ[Ar.] değil/yerine/= SAYILAN, SAYGI DUYULAN/GÖSTERİLEN
- MÜBAŞERET[Ar.] değil/yerine/= GİRİŞİM
( Bir işe başlama. )
- MÜBTESİM[< TEBESSÜM] ile GÜLÜMSEYEN, TEBESSÜM EDEN
- MÜFİT[Ar.] değil/yerine/= YARARLI | ANLATAN
- MUHABBETİN/AŞKIN DERECELERİ'NDE:
MEYL ile/||/<>/> ARZU ile/||/<>/> SAHÂBET ile/||/<>/> GARÂM ile/||/<>/> VEDÂD ile/||/<>/> ŞEGAF ile/||/<>/> TEFÎN ile/||/<>/> TEABBÜD ile/||/<>/> HULLET ile/||/<>/> IŞK
( Öteki dillerde bizim "muhabbet" gibi çok anlamlı bir sözcük var mıdır bilmem. Ama şu kadarını söyleyeyim... Bizi bilmek demek, biraz da bu sözcüğü tüm anlamlarıyla bilmek demek...
Muhabbeti; sevgi, aşk, sevdâ, dostluk, bağlılık, sohbet, yârenlik etmek anlamlarında kullanıyoruz. Birini sevdiğimizde ona muhabbet besleriz. Sevdiğimizle oturup konuştuğumuzda muhabbet etmiş oluruz. Bir erkek ile bir kadının birbirini tanımasına ve sevmesine vesile olanlara "muhabbet tellâlı" deriz. Ama konu tasavvuf olunca sözcük farklı anlamlar kazanmaya başlar.
Eskiler, muhabbeti, şiddetine göre on dereceye ayırmış. Öncesi ilgi duymak, sonrası muhabbetin şiddetiyle yok olmak olan muhabbet olmaz ise yolculuk da olmaz. Sırayla açıklayalım...
1. MEYL: Sözlükte bir yöne doğru yönelmek, eğilmek, eğik duruma gelmek anlamı verilmiş. Biz ise birine ya da bir şeye yönelmek, sevgi, ilgi göstermek, istek ve arzu duymak anlamlarında kullanıyoruz. Tasavvufta yolun en başındakilere muhib deriz. Muhib, ilgi duyan kişidir. Yolun başı ise ilgi duymaktır. O yüzden;
Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına
Meyl-i cânân itmesin her kim ki kıymaz cânına
(Fuzûlî)
İlgi duymaya başladığımız anda yolculuğumuz başlar. Çünkü meyl ile başlayan yolculuğun sonu bu uğurda canını vermektir.
2. ARZU: Meyl, irâdeye yükselirse arzu adını alır. İrâdeye yükselmesi ise yâri istemek ile olur. Ama bunun da bir bedeli vardır.
Cân la’lin eyler arzû yâr içmek ister kanımı
Yârâb ne vâdîdir bu kim cân teşne cânân teşnedir
(Bâkî)
3. SAHÂBET: Benimseyip koruma, kayırma suretiyle sâhiplenme, sâhip çıkma anlamlarında kullandığımız sözcük, Arapça olmasına karşın anlamını Türkçe'de kazanmış. Kişinin arzu ettiği kişiye karşı, gönlünden bir akış, bir eğilim peyda olması sonucunda da korumaya, sahiplenmeye başlar.
4. GARÂM: Olağanüstü sevgi, şiddetli arzu ve iştiyâk, büyük aşk anlamına gelen garâm, sevginin gönle âdeta yapışmasıdır.
Cenap Şehabeddin;
Uyan ey bister-i sînemde yatan tıfl-ı garâm
derken âşık olmaya başladığını ya da âşık olmak arzusunu dile getiriyordu.
5. VEDÂD: Sevgi, dostluk, muhabbet anlamlarına gelen vedâd, muhabbetin saf ve katıksız durumu. Gönülden öteki eşya ve kişilere olan ilginin atılması durumu. Aynı sözcükten türeyen vedûd ise “Kullarını çok seven, onları lûtfa, ihsâna gark eden; sevilmeye lâyık ve müstahak yalnız kendi olan” anlamında Allah’ın adlarındandır.
6. ŞEGAF: Sevginin kalbi istilâ etmesi, aşırı sevgi, mecnûnca, çılgınca sevme. Kalp, sevilen şey dışındakilerden temizlenince bu sefer sevgi coşmaya başlar, kalbin tamamını fetheder, istilâ eder.
7. TEFÎN: Örümcek ağı demek olan tefîn, aşkın bir üst derecesi. Kalbin her yanını istilâ eden sevgi, kalpten taşmaya başlar. Kalpten taşmaya başlaması ise kontrolün aşk sahibinin elinden çıkıp aşkın eline geçmeye başlamasıdır. Öyle ki aşk, örümceğin ördüğü ağ gibi kişinin her tarafını kapsar, örer, onu âdeta sıkı sıkı bağlar.
8. TEABBÜD: Kul köle olmak, tapınmak anlamındaki teabbüd, kişinin artık aşkın elinde oyuncak olduğu haldir. Bu durumdaki âşığı, Hayretî şöyle anlatır:
Gam yeriz kan yutarız kûşe-i mihnette müdâm
Sanma biz kevser-i cennât-ı naîmin kuluyuz
9. HULLET: Gerçek dostluk anlamındaki hullet, sevgiliden başka kimsenin kalmadığı durumu açıklamak için kullanılır. Hullette iki özellik bulunur. Biri sadâkât yani doğruluk, öteki de samimiyet. Aşkın sondan bir önceki durumudur. Artık aşkın gerçek olduğundan, heves ya da yanılsama olmadığından emin olunmuştur.
10. IŞK: Muhabbetin en son hali ve en aşırı derecesidir. Halkanın tamamlandığı son zincir. Zât, sıfata meylettiğinde, kalpte ortaya çıkarak tüm damarlarda akıp tüm organlara yayılan aşırı muhabbet. Hallâc’ın her tarafı kesildiğinde, kanının yerlere Allah Allah diyerek akmasının nedeni de Züleyha’nın kanının Yusuf diye diye akmasının nedeni de budur. Işk öyle bir durumdur ki kişinin nazarında, sevdiğinden başka bir şey olmaz ve tüm ilgisini sevdiğine gösterir. Sadece gözleriyle ve gönlüyle değil baştan ayağa tüm âzâsıyla sevdiğini müşâhede eyler.
Tasavvuf, meyl ile başlayıp ışk ile biten bir yolculuktur. O yüzden,
Muhabbet bir kef-i Dâvud’dur pûlâdı mûm eyler
(Suzî-i Prizrenî)
ve
Muhabbet öyle bir sırdır ki bin setr et nihân olmaz
(Îzzet Molla)
Işk sahipleri nerede olursa olsun hemen bilinir.
Son sözü de Fuzûlî söylesin:
Aşk imiş her ne vâr âlemde
Muhabbetiniz daim, aşkınız bâkî ve dâim olsun.
İsmail Güleç (Prof.Dr.) | www.ismailgulec.net
)
( Aşk Merdiveni [Diotima]
6. Basamak: Aşkın kendine duyulan aşktır. Kişi, güzelliği kendi biçiminde görür ve aşkın güzelliğini olduğu gibi sever. Her özel ve güzel olan, bu biçimle bağlantısı nedeniyle güzeldir.
5. Basamak: Genel olarak bilgiye duyulan aşktır.
4. Basamak: Yasalara ve kurumlara duyulan aşktır.
3. Basamak: Nefs sevgisidir. Bu, fiziksel özelliklerin bir kenara bırakıldığı, manevi ve ahlâkî güzelliğin sevgiyi tetiklediği aşamadır. Bu adımda, kişi, nitelikli zihinlere âşık olacaktır.
2. Basamak: Tüm güzel gövdelerin sevgisidir. Kişi, tüm gövdesindeki güzelliği görür ve farkları sevmeyi öğrenir.
1. Basamak: Tek bir gövdenin sevgisidir. Bu aşk, belirli bir gövdeye duyulur. Fiziksel özelliklere duyulan bir istektir. )
- MUHÂKEME ile/ve/||/<>/> MÜZÂKERE
- MUKÂBERE[Ar.] ile/ve/||/<> MUÂNEDE[Ar.] ile/ve/||/<> MÜCÂDELE[Ar.] ile/ve/||/<> MÜNÂZARA[Ar.] ile/ve/||/<> MUÂKEDE[Ar.] ile/ve/||/<> MUŞÂABE[Ar.] ile/ve/||/<> MUGÂLATA[Ar.]
( Bildiği hâlde inkâr etmek. İLE/VE/||/<> Bilmediği halde iddia etmek. İLE/VE/||/<> Doğrunun tespiti için başkasıyla tartışmak. İLE/VE/||/<> Doğrunun tespiti için kendiyle ya da başkasıyla tartışmak. İLE/VE/||/<> Konuşmaksızın kendiyle tartışmak. İLE/VE/||/<> Bilimsel bir konuyu, yalnızca doğrunun tespiti için tartışmak. İLE/VE/||/<> Bilimsel bir konuyu, yalnızca râkibi alt etmek için tartışmak. )
- MÜKEMMEL/LİK >< KİŞİ/İNSAN
- MÜLKİYET HAZZI değil/yerine VAROLUŞ SEVİNCİ
- MÜLKİYET ile/değil/yerine/< AİDİYET
( Kendine. İLE Kendini. )
- MÜLTEFİT[Ar.] değil/yerine/= GÜLERYÜZLÜ
- MÜNTEVÎ[< NEV]:
BİR ŞEY YAPMAYA NİYETLENEN
- MÜRECCEH[Ar.] değil/yerine/= YEĞ / YEĞREK
- MÜRÜVVET[< MER] değil/yerine/= KUTSEVİNÇ İNSÂNİYET, MERTLİK, YİĞİTLİK | CÖMERTLİK, İYİLİKSEVERLİK
- MUSLUK (OLMAK) değil/yerine SU (OLMAK)
- MUSTAFA ile/ve/||/<> MUHTAR[< HAYIR]
- MUT ile MUT
( Tüm özlemlerin, eksiksiz ve sürekli olarak yerine gelmesinden duyulan kıvanç, kut. İLE Elli şilinlik tahıl ölçeği. )
- MÜTEBAHHİR[Ar.] değil/yerine/= GENİŞ/DERİN BİLGİSİ OLAN
- MÜTEBESSİM[< BESM] değil/yerine/= GÜLÜMSEYEN/GÜLEÇ :)
- MUTEDİL[Ar.] değil/yerine/= DENGELİ | ILIMAN
- MÜTEHARRİK[Ar.] değil/yerine/= DEVİNGEN | İŞLEYEN/ÇALIŞAN
- MÜTENÂSIR[Ar. < NÂSIR] ile MÜTENASSIR[Ar. < NASR] ile MÜTENÂSİR[Ar. < NESR] ile MÜTENÂSİL[Ar. < NESL]
( Yardımlaşan, birbirine yardım eden. İLE Hristiyan olan, tenassur eden. İLE Saçılan, intisâr eden. İLE Doğup büyüyen, tenâsül eden. )
- MÜTEŞEBBİS[Ar.] değil/yerine/= GİRİŞKEN/GİRİŞİMCİ
- MUTLAK DEĞERLİ ile/değil/yerine DEĞERLİ
- MUTLU OLMAK İÇİN GEREKEN "BENCİLLİK":
"SADECE KENDİNİ DÜŞÜNMEK" değil/yerine ÖNCELİKLE KENDİNİ DÜŞÜNEBİLMEK
- MUTLULUK:
"EN"/DAHA FAZLA ile/ve/değil/yerine/||/<>/></< EN/DAHA AZDAN ZEVK ALMA/ALABİLME
- MUTLULUK İÇİN ...:
DAHA AZ ... ve/>< DAHA ÇOK ...
( ... nefret edelim. VE/>< ... sevelim.
... kaygılanalım. VE/>< ... dans edelim.
... alalım. VE/YERİNE/>< ... verelim.
... tüketelim. VE/YERİNE/>< ... üretelim/türetelim.
... somurtalım. VE/YERİNE/>< ... gülelim.
... konuşalım. VE/YERİNE/>< ... dinleyelim.
... korkalım. VE/YERİNE/>< ... deneyelim.
... yargılayalım. VE/YERİNE/>< ... kabul edelim.
... izleyelim. VE/YERİNE/>< ... yapalım.
... şikâyet edelim. VE/YERİNE/>< ... takdir/tebrik edelim. )
- MUTLULUK:
KİŞİDE/MALDA/MAKAMDA değil/yerine AMAÇTA
- MUTLULUK:
SEROTONİN ve/||/<> OKSİTOSİN ve/||/<> MELATONİN ve/||/<>
NORADRENALİN ve/||/<> FENİLETİLAMİN ve/||/<>
DOPAMİN ve/||/<> ENDORFİN ve/||/<> ASETİLKOLİN
( Özsaygı ve uyku hormonu. VE/||/<> Güven hormonu. VE/||/<> Coşku hormonu. VE/||/<> Heyecan hormonu. VE/||/<> Mutluluk hormonu. VE/||/<> Ödül hormonu. VE/||/<> Ağrı kesici hormon. VE/||/<> Uyanıklık hormonu. )
( )
- MUTLULUK, ...:
"YAŞAM TARZIMIZDA" değil YAŞAMA BAKIŞ TARZIMIZDA
- MUTLU/LUK ve/||/<>/>/< DİNGİN/LİK
- MUTLULUK ile/ve/||/<> DOSTLUK ile/ve/||/<> AŞK
( Birlikte gülebiliyorsak. İLE/VE/||/<> Birlikte ağlayabiliyorsak. İLE/VE/||/<> Birlikte susabiliyorsak. )
- MUTLULUK ile ISTIRAP
( Herkesle paylaşılabilir. İLE Özel ve az kişiyle paylaşılabilir. )
- MUTLULUK ile/ve/değil/||/<>/< TATMİN OLMA
- MUTLULUK ve/||/<>/>/< YETİNMEK
- MUTSUZLUK MERKEZLERİ ile/ve/değil/yerine/>< MUTLULUK MERKEZLERİ
( 7. SAADET[SÜREKLİ MUTLULUK] MERKEZİ
------------------
6. YÜKSEK BİLİNÇ
5. KOŞULSUZ SEVGİ (BOLLUK)
4. SEVGİ
[mutluluk merkezleri]
ile/ve/değil/yerine/><
[mutsuzluk merkezleri]
3. GÜÇ
2. DUYGU
1. GÜVENLİK [en alt] )
- MUTSUZLUK NEDENLERİ'NDE:
CEHÂLET ve DALGI/GAFLET
- MUTSUZLUK ile/ve/değil/yerine/||/<>/> MUTLULUK
( Sahip olduklarımızı unuttuğumuzdan dolayı. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/||/<>/> Sahip ol(a)madıklarımıza ulaşmak için. )
( En mutsuz kişi, geçmiş ve/ya da geleceğe (fazla) odaklı olandır. )
- [ne yazık ki]
"MUTSUZ/LUK" ile/ve/||/<>/>/< "UMUTSUZ/LUK"
( Ahlâksızlık. İLE/VE/||/<>/>/< Küfür. )
- [ne yazık ki]
MUTSUZLUK:
"SAHİP OLAMADIKLARIMIZA ULAŞAMADIĞIMIZDAN DOLAYI" değil SAHİP OLDUKLARIMIZI UNUTMAKTAN DOLAYI
- MÜVELLİDÜLHUMUZA[Osm. Tr.] = OKSİJEN[Fr. < Yun. OKSYS: Ekşi. | GENNAN: Doğurmak.]
( Hidrojenle birleşerek suyu oluşturan, atom ağırlığı 16, rengi, kokusu ve tadı olmayan, havada, %20 oranında bulunan bir gaz. [Simgesi: O] )
- MÜZİK ve/||/<> BEYİN
( )
- NÂİL OLMAK ile/ve/<> LÂYIK OLMAK/OLABİLMEK
- NÂMÛS[Ar.] ile/değil/<> NOMOS[Yun.]
( Yasa. | Ar, edep, hayâ, ırz. | Temizlik, doğruluk. | Allah'a yakın olan büyük melek. | Esrâr sahibi. | Sinek. | Derinden gelen ses. İLE/DEĞİL/<> Yasa. )
- NAMUS-U EKBER ile/ve NAMUS-U ESGAR
( Tanrı. İLE/VE Para. | Sessiz adâlet. )
- NASIL GÖRDÜĞÜNÜ DEĞİŞTİR ve/<>/> NASIL DEĞİŞTİĞİNİ GÖR
- NASIL GÖRÜNDÜĞÜMÜZ ile NE BİLDİĞİMİZ
( Ne bildiğimizi değiştirir. İLE Nasıl göründüğümüzü değiştirir. )
- NASIL KULLANIŞI değil NASIL KULLANILDIĞI
- NASIL OLSA (ŞU/RADA VAR) ile/değil/yerine NEYSE Kİ, ŞU/RADA VAR
- NASIL OLURSA OLSUN ile/değil NASIL OLMUŞ OLURSA OLSUN
- NASIL ...:
"TAKDİR EDERSEN/İZ" ile/ve/değil/yerine/<> "UYGUN GÖRÜRSEN/İZ"
- NASIL YARARLANIRIM? değil/yerine/>< NASIL YARARLI OLABİLİRİM?
- NÂSİL[Ar. < NESAK] ile NÂSİR[Ar. < NESR] ile NASÎR[Ar. < NASR] ile NASL[Ar. çoğ. NİSÂL, NUSÛL] ile NASR[Ar.]
( Kıl dökücü ilâç. İLE Yayan, saçan. | Düzyazı/nesir yazan. İLE Yardımcı, nusret eden. İLE Ok, kargı, temren gibi şeylerin ucundaki sivri demir. İLE Yardım. | Üstünlük. )
- NASIL? ile NE KADAR?
( HOW? vs. HOW MUCH? )
- NASİP ile/ve KISMET
( Bu kurda, bu kuşa, bu da nasip olursa bana. )
(
)
- NAZAR ideğil/yerine/>< ÇALIŞMAK
( Nazar etme, ne olur; çalış, senin de olur! )
- [ne] ANLAŞILABİLİR ile/ve/||/<> [ne] KAVRANABİLİR ile/ve/||/<> [ne de] KABUL EDİLEBİLİR OLAN
- NE ARAYACAĞIMIZI BİLMEDEN ile/ve/||/<>/> NE BULACAĞIMIZI BİLMEMEK
- NE ATTIĞIMIZ ve/||/<> NE KATTIĞIMIZ
- NE HALİN/İZ VARSA GÖR/ÜN! ile/değil/yerine/||/<>/< NE HALİN/İZ VARSA GÜL/ÜN!
( "Gülmek, yaşamın en güzel eylemidir! Sizi bundan alıkoyan her ne varsa on(lar)dan vazgeçin!" )
- [ne] İNCİNME ile/ve/||/<>/ne de GÜCENME
- NE İSTEDİĞİMİ/Zİ BİLMEK ile/ve/değil/yerine/||/<>/< NEYE GEREKSİNİMİM/İZ OLDUĞUNU BİLMEK
( Herkes "bilir". İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/||/<>/< Bazıları bilir. )
- NE KADAR:
("ÇOK"/"AZ") YEDİĞİN ile/değil/yerine/||/<>/< ÇOK ÇİĞNEDİĞİN
( Yediğini, iç; içtiğini, ye!
[ O kadar çok ve uzun süre çiğne ki, lokmanı, katı değil sıvı duruma gelene gelsin ve yediğin şeyi yutma ve ancak içmiş ol! İçtiklerini de, yavaş yavaş, çiğniyormuş gibi yut! ]
)
- NE KADAR GERÇEKTİR? ile/değil NASIL BİR GERÇEK?
- NE KADAR SEVDİĞİNİZ ve/+/||/<> NE KADAR NAZİK YAŞADIĞINIZ ve/+/||/<> NASIL, ZARÂFETLE VAZGEÇEBİLDİĞİNİZ
- NE OLDU? ile/ve NASIL OLDU? ile/ve NEDEN OLDU?
- NE OLDUĞUN ile/değil/yerine NE OLACAĞIN
( Belirlidir. İLE/DEĞİL/YERİNE Belirli değildir. )
- NE OLDUĞU/N ile/ve/<>/değil/yerine NE OLMADIĞI/N
( Bize ancak ne olmadığımız söylenilebilir. )
( Ne olmadığımızı bilme yoluyla gerçek kimliğimizi tanırız. )
( By knowing what we are not, we come to know ourselves.
The way back to ourselves is through refusal and rejection.
Can only tell us what we are not.
By knowing what we are not, we come to know ourselves. )
( Aslımıza geri dönüş yolu, reddetme ve geri çevirmeden geçer. )
( [not] HAPPENNED WHAT / WHAT YOU ARE vs./and/<>/but NOT HAPPENNED WHAT / WHAT YOU ARE NOT
NOT HAPPENNED WHAT / WHAT YOU ARE NOT instead of HAPPENNED WHAT / WHAT YOU ARE )
- NE OLDUĞUNUN BİR ÖNEMİ YOK değil ADINI, NE KOYDUĞUMUZUN BİR ÖNEMİ YOK/OLMAYABİLİR
- NE OLDUM! ile/değil/yerine NE OLACAĞIM?
- [ne]
"SERT" ne de "YUMUŞAK"
( [ne] Çevremizdekileri kıracak kadar. NE DE Kişilere cesâret verecek kadar. )
- NE YAPMAYACAĞINI! BİLMEK!!!:
( Kendini gerçekleştirmiş, saygın ve önemli birine sormuşlar:
Nasıl bu noktaya geldiniz?
Yakınlarında bulunan bir kişiyi göstererek, herşeyi ondan öğrendiğini söylemiş.
Çevresindekiler hayret içinde ve inanamayarak demişler ki:
Nasıl olur? O işaret ettiğiniz kişi, her türlü, düzenbazlığı, yalanı, rezilliği yapan biridir.
Yanıt: Heh işte!
O ne yaptıysa ben yapmadım! )
- NE VAROLANI ile/ve/<> KİM VAROLANI
( İnsan dışındaki herşey. İLE/VE/<> İnsan. )
( BEING OF WHAT vs./and/<> BEING OF WHO )
- [ne] YAP! "EMRİ" ile/ve/||/<>/ne de YAPMA! "ENGELİ"
- NE YAPABİLİRİM?:
OLAĞAN KOŞULLARDA ve/||/<> OLUMSUZ KOŞULLARDA ve/||/<> OLUMLU KOŞULLARDA | ve/||/<> KİŞİYE YÖNELİK
( [yalın haliyle] Ne yapabilirim?.[her koşulda!] VE/||/<> Tüm olumsuz koşullara karşın ne yapabilirim? VE/||/<> Bu olanaklarla daha ne/ler yapabilirim? | VE/||/<> Senin için ne yapabilirim?[üç koşulu da ayırabilen ve anlayabilenlerin erişebileceği noktadır!] )
- NE YAPABİLİRİM? ve/> NASIL YAPABİLİRİM?
( Kişinin, kendine sorabileceği en temel sorulardır! )
( WHAT I CAN DO? and/> HOW I CAN DO? )
- NE YAPACAĞINI BİLMEK
ile/ve/değil/yerine/<
NE YAPMAYABİLECEĞİNİ/YAPMAYACAĞINI! BİLMEK !!!
( Ne yapman gerektiğinden çok, önce ne yapmaman gerekiğini bil, yeter. Çoğu zaman ne yapman gerektiğini bilemeyebilirsin, fakat ne yapmaman gerektiğini her zaman çok iyi bilebilirsin. )
( İsabet ve kesinlik tutturulamayabilir. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/< İsabet ve kesinlik üzerinedir, kolaylıkla sağlanabilir, tamamen uzlaşımsal ortak bir hareket noktası sunabilir. )
( Kendini gerçekleştirmiş, saygın ve önemli birine sormuşlar:
Nasıl bu noktaya geldiniz?
Yakınlarında bulunan bir kişiyi göstererek, herşeyi ondan öğrendiğini söylemiş.
Çevresindekiler hayret içinde ve inanamayarak demişler ki:
Nasıl olur? O işaret ettiğiniz kişi, her türlü, düzenbazlığı, yalanı, rezilliği yapan biridir.
Yanıt: Heh işte!
O ne yaptıysa ben yapmadım! )
( Bir şey ki, yapmasan da olur, YAPMA!
Bir şey ki, söylemesen de olur, SÖYLEME! )
( Irmağın derinliği, iki ayakla birden ölçülmez! )
( Bilme sanatı, neyi gözardı edeceğini bilmektir. )
( )
( [not] TO KNOW, WHAT TO DO vs./and/but TO KNOW, WHAT, NOT TO DO
TO KNOW, WHAT, NOT TO DO instead of TO KNOW, WHAT TO DO )
- NE YAPARSAK/YAZARSAK YAPALIM/YAZALIM,
HİÇBİR KONUDA:
ACELE ETME(YELİM)! ve/||/<>/> ÖZEN GÖSTER(ELİM)!
( )
- NE YAPMAYABİLECEĞİNİ BİLMELİ!
( Kendini gerçekleştirmiş, saygın ve önemli birine sormuşlar:
Nasıl bu noktaya geldiniz?
Yakınlarında bulunan bir kişiyi göstererek, herşeyi ondan öğrendiğini söylemiş.
Çevresindekiler hayret içinde ve inanamayarak demişler ki:
Nasıl olur? O işaret ettiğiniz kişi, her türlü, düzenbazlığı, yalanı, rezilliği yapan biridir.
Yanıt: Heh işte!
O ne yaptıysa ben yapmadım! )
- [ne] "YERELCİLİK" ne de SALT "EVRENSELCİLİK"
- NE? ve/||/<>/>/< NASIL? ve/||/<>/>/< NEDEN? ve/||/<>/>/< NİÇİN?
( Hangi şey? VE/||/<>/>/< Ne asıl? VE/||/<>/>/< Ne'den? VE/||/<>/>/< Ne için? )
( Evren/doğa/nesne/insan. VE/||/<>/>/< Bilim. VE/||/<>/>/< Felsefe/Sanat. VE/||/<>/>/< Sanat/Felsefe. )
( Nedir sorusu, metafizik bir sorudur. )
( "What is?" question is metaphysical question. )
( Cosmos/nature/matter/human. VS./AND/||/<>/>/< Science. VS./AND/||/<>/>/< Philosophy/Art. VS./AND/||/<>/>/< Art/Philosophy. )
( WHAT? vs./||/<>/>/< HOW? vs./||/<>/>/< WHY? vs./||/<>/>/< WHAT FOR? )
- NEDEN:
400 değil 4YÜZSÜZ(/LÜK)
- NEDEN/AÇIKLAMA:
ŞU ile/ve/<> ŞÖYLE
- NEDEN/ETKEN - ETKİ ile NEDEN - TEPKİ
( Cansızlarda. İLE Canlılarda. )
- Neden ve nasılsız SUSuyorum!
- NEDEN?(NE'DEN?) ile NASIL?(NE ASIL?)
( Bilimin sorularıdır. )
( Önemli[öncelikli] olan, neyi yaşadığınız değil, nasıl yaşadığınızdır. )
( WHY? vs. HOW?
Questions of the science.
It's not the issue what you live, it is how you live. )
- NEDEN OLMA ile/ve/değil/yerine/||/<> ZEMİN HAZIRLAMA
- NEDEN OLMAK ile SAĞLAMAK
( Olumsuz durumlarda kullanılır. İLE Olumlu durumlar için kullanılır. )
- NEDEN OLMAK ile SAĞLAMAK
- NEDEN OLMAK ile YOL AÇMAK
- NEDEN OLMAK ile "YOL AÇMAK"
- NEDEN/SEBEP/MÜSEBBİB ile VESİLE
( CAUSE vs. MEANS )
- NEDEN ile/ve/||/<> AMAÇ
- NEDEN ile BAĞLANTI
( REASON vs. CONNECTION )
- NEDEN ile BAHÂNE[Fars.]
( ... İLE Neden, sebep, vesile. | Eksik, noksan, kusur, garaz. | Yalandan özür. )
( REASON vs. PRETEXT )
- NEDEN ile HİKMET
- NEDEN ile/değil İLLET
( ... İLE/DEĞİL Varoluş nedeni. )
- NEDEN = İLLET, SEBEP = CAUSE, REASON[İng.] = CAUSE, RAISON[Fr.] = URSACHE, GRUND[Alm.] = CAUSA, RATIO[Lat.] = CAUSA, RAZON[İsp.]
- NEDEN ile KANIT
( Tek kanıtınız kendinizsiniz. )
( REASON vs. PROOF
Your only proof is in yourself. )
- NEDEN ile/ve KENDİNİN NEDENİ
( Hiçbir şey, kendinin nedeni olamaz. )
( CAUSE vs./and CAUSE OF THE SELF )
( ... cum/et CAUSA SUI )
- NEDEN ile/ve KENDİNİN NEDENİ
( CAUSE vs./and REASON OF THE SELF )
( ... cum/et CAUSA SUI )
- NEDEN ile/ve "MADEN"
- NEDEN? ile/ve/<> NASIL?
( Bilimin sorularıdır. )
( Nedeni olan, nasıla katlanır. )
- NEDEN ile/ve/değil/||/<> NEYE GÖRE
- NEDEN? ile NİÇİN?
( Ne'den? İLE Ne için? )
( WHY? vs. WHAT FOR? )
- NEDEN? ile NİÇİN?
( Ne'den? İLE Ne için? )
( Hangi şey? VE Ne asıl? VE Ne'den? VE Ne için? )
( Nedir sorusu, metafizik bir sorudur. )
( Her biri bir ötekinin nedenidir. )
( ŞERAİT ile/ve/<> ŞERİAT )
( ... İLE Neden, sebep, vesile. | Eksik, noksan, kusur, garaz. | Yalandan özür. )
( Çocuk sorusu. İLE/VE Yetişkin sorusu. )
( "Ne?", doğa yasalarıyla bilinebilir. Ya "Kim?" )
( Felsefe ve din alanının sorularıdır. )
( Ne'den? İLE Ne için? )
( WHY? vs. WHAT FOR?
WHAT? vs. HOW? vs. WHY? vs. WHAT FOR?
"What is?" question is metaphysical question.
[not] CAUSE OF vs./but ONE OF THE CAUSES
ONE OF THE CAUSES instead of CAUSE OF
Each is the cause of the other.
[not] THE FIRST CAUSE vs./and/but ONE OF THE CAUSES
ONE OF THE CAUSES instead of THE FIRST CAUSE
CAUSE/S vs./and/<> CONDITION/S
REASON vs. PRETEXT
HOW? vs. HOW MUCH?
WHAT (IS) THIS? vs./and WHAT WORTH OF THIS?
Question of child. WITH/AND Question of adult.
WHAT? vs./and WHO?
It's able to know "What?" by nature laws. So "Who?"
WHO? vs. FOR/TO WHAT?
Questions of the philosophy and religion.
FROM WHAT? vs. WHY? )
- NEDEN ile/ve ÖZGÜR NEDEN
( CAUSE vs./and FREE CAUSE )
( ... cum/et CAUSA LIBERA )
- NEDEN ile SAİK
- NEDEN ile TETİKLEYİCİ
( Her şey kendi kendinin nedenidir. )
( REASON vs. TRIGGER
Everything is its own cause. )
- NEDEN-ETKİ ile/ve/değil EYLEM-AMAÇ
( [not] CAUSE-EFFECT vs./and/but ACTION-PURPOSE )
- NEDENİ ile/yerine/değil NEDENLERİNDEN BİRİ
( Her biri bir ötekinin nedenidir. )
( [not] CAUSE OF vs./but ONE OF THE CAUSES
ONE OF THE CAUSES instead of CAUSE OF
Each is the cause of the other. )
- NEDENİ ile/yerine/değil NEDENLERİNDEN BİRİ
( [not] CAUSE OF vs. CAUSES OF ONE )
- NEDENİN YOKLUĞU ve/||/<>/> YOKLUĞUN NEDENİ
- NEDENİNİ GÖRÜP:
GÖZARDI EDEN / KAYITSIZ KALAN(LARDAN OLMAK) ile/değil/yerine GÖRDÜKLERİNDEN HOŞLANMAYANLARDAN OLMAK
- ... NEDENİYLE ile/ve/değil/yerine/||/<>/< ... GEREĞİNCE
- ... NEDENİYLE ile ... SONUCUNDA
- NEDENLENMEMİŞ, ZORUNLU VAROLAN ile/ve/<> NEDENLENMİŞ, ZORUNLU VAROLAN
- NEDENLERDEN BİRİNCİSİ ile/ve/değil/yerine NEDENLERDEN BİRİ
( [not] THE FIRST CAUSE vs./and/but ONE OF THE CAUSES
ONE OF THE CAUSES instead of THE FIRST CAUSE )
- NEDENLERİN BİLİMİ ile/ve NEDENLERİN NEDENİNİN BİLİMİ
( Bilim. İLE/VE Metafizik. )
- NEDENLİ DÜŞÜNMEK ve/=/||/<>/> DERİN DÜŞÜNMEK
- NEDENSELLİK (ANLAYIŞI) ile YASA (ANLAYIŞI)
- NEDENSELLİK ile/değil ARDIŞIKLIK
- NEDENSELLİK ile BİTİŞKENLİK
- NEDENSELLİK ile/ve/<>/değil/yerine BÜTÜNSELLİK
- NEDENSELLİK ile/ve/değil/yerine DÖNGÜSELLİK
- NEDENSELLİK ile/ve/değil EŞZAMANLILIK
( [not] SCIENTIFIC TERM vs./and/but SYNCHRONOUSNESS )
- NEDEN/SEL/LİK ile/ve GEREKÇE/Lİ/LİK
( [durumdan/olaydan] Önce. İLE/VE Sonra. )
( CAUSE vs./and JUSTIFICATION )
- NEDENSELLİK = İLLİYET = CAUSALITY[İng.] = CAUSALITÉ[Fr.] = KAUSALITÄT[Alm.] = CAUSALITAS[Lat.]
- NEDENSEL/LİK ile/ve/||/<> ORANSAL/LIK
- NEDENSELLİK ile/ve YETER NEDEN
- Nedensiz DİNLE!!!
- NEDENSİZ/SEBEPSİZ ile/değil BİR ANDA
( [not] WITHOUT APPARENT REASON vs./but SUDDENLY )
- Nedensiz SUS!!!
- NEDEN-SONUÇ ile İLLET-MÂLÛL
- NEFES NEFESE değil/yerine/= SOLUK SOLUĞA
- NEFSANİYE/T ile ŞEYTANİYE/T
( [Kötülüğü] Kendine yapan. İLE Başkalarına yapan. )
- NEFSİ:
"TEMİZE ÇIKARMA KAYGISI" ile/değil/yerine/>< TEZKİYE ETME ÇABASI
- NEFSİNİ:
"SİLEN" değil/yerine/>< BİLEN
- NEREDEN GELDİĞİNİ:
BİLMEYEN ile/değil/yerine/>< BİLEN
( [nereye gideceğini] Bilmez. İLE/DEĞİL/YERİNE Bilir. )
- NEREDE/NE ZAMAN/NASIL:
"DÜŞTÜĞÜMÜZ" değil "SENDELEDİĞİMİZ"
- NEREYE GELDİĞİMİZ ile/ve/değil/yerine/||/<>/< NEREDEN GELDİĞİMİZ
- NEŞE ve/||/<> COŞKU
- NEŞE ve/<>/< GÜVEN
- NEŞE >< HASTALIK ya da KURUNTU
( Neşeli olmayan kişiden, iki türlü kuşkulanılır. Ya hastadır ya da o kişinin, başkalarına bildirmek istemediği bir kuruntusu vardır. [ATATÜRK] )
- NESEB değil/yerine EDEB ve/||/<> MAL değil/yerine AMEL ve/||/<> CEMÎ-İ DÜNYA değil/yerine İLİM
( Edeb, yeğdir nesebden; amel, yeğdir maldan; ilim, yeğdir cemî'-i dünyadan. )
- NESNEL ÜRÜNLER ile/ve/değil/yerine/||/<>/< DÜŞÜNSEL "ÜRÜNLER"
- NESNE/LER ile/ve/||/<>/> KİŞİ/LER
( Aldığın yere bırakılmalı. İLE/VE/||/<>/> Hak ettiği yerde bırakılmalı/tutulmalı. )
- NESNENİN BİLİNCİ ile/ve KENDİ-NİN BİLİNCİ
( CONSCIOUSNESS OF THE OBJECT vs./and CONSCIOUSNESS OF THE SELF )
- NESNENİN (T)ÖZÜ ve/||/<> İNSANIN (T)ÖZÜ ve/||/<> TİNİN (T)ÖZÜ
( Çekim, zorunluluk. VE/||/<> Özgürlük. VE/||/<> Eylem. )
- NESNENİN/MALIN/PARANIN:
YOKLUĞU ile/>< VARLIĞI
( Paylaşılması kolaydır. İLE/>< Paylaşılması zordur. )
- NETLEŞTİRME ile/ve/değil/||/<>/< AYRIŞTIRMA
- NETLEŞTİRMEK ile/ve/<> YÜZLEŞ(TİR)MEK ile/ve/<> YORUMLAMAK
( Psikoterapi yöntem ve süreçleri. )
- [ne yazık ki]
"FAYTON":
"NOSTALJİ" değil ATLARI KÖLELEŞTİRME
- Neyi, nasıl ve ne zaman söyleyeceğini bilmediğin için SUS!!!
- [ne yazık ki]
NEYİ
BÖLÜŞEMİYORUZ? ve/||/<> NİYE DÖVÜŞÜYORUZ?
( Hiçbir mal, bizim değil! VE/||/<> Hiçbir can, bizim değil! )
- NEYİN ARANILMASI GEREKTİĞİ ile/ve/değil/yerine NEREDE ARANILMASI GEREKTİĞİ
- NEZÂFET ile/ve/||/<> NEZÂHET[< NEZH(NEZİH)] ile/ve/||/<> NEZÂKET[Farsça NÂZİK'ten, Arapça kalıbına yakıştırılarak]
( Temizlik, paklık. İLE/VE/||/<> Ahlâk temizliği. | İncelik. İLE/VE/||/<> Kişilere saygılı ve incelikle davranma. )
- NEZÂKET:
BAŞKASINI RAHATSIZ ETMEMEK değil BAŞKASI İÇİN RAHATSIZLIK DUYMAK
- NEZÂKET ile/ve/<> EDEB
- NEZÂKET ile/ve/||/<> ZARÂFET ile/ve/||/<> MELÂHAT ile/ve/||/<> LETÂFET
( Nefsi, kötü ve yerilmiş huylardan arındırmak. İLE/VE/||/<> Aklı, kötü düşüncelerden, kuruntu/vehm ve kuşku/şüphe/zanlardan arındırmak. İLE/VE/||/<> Kalbe ait bâtınî arınma. İLE/VE/||/<> Hakk'tan başkasına bakmaktan arınmak. )
- [ne yazık ki]
NİCE KİŞİLER ile NİCE GİYSİLER
( [ne yazık ki] Görürüz, üstünde giysi olmayan. İLE Görürüz, içinde insan olmayan. )
- NİCELİKSEL VAROLAN ile/ve/değil/||/<> NİTELİKSEL VAROLAN
( Cansızlar, bitkiler ve hayvanlar. İLE/VE/DEĞİL/||/<> İnsan. )
- NİÇİN? ile/ve/değil/yerine/önce/||/<>/>/< NASIL?
( Ne için? İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/ÖNCE/||/<>/>/< Ne asıl? )
( Niçin'i olan, nasıl'a [biraz/bazen] "katlanabilir". )
( Sokrates öncesi > Sokrates > Platon > Aristoteles. İLE/VE/DEĞİL/YERİNE/ÖNCE/||/<>/>/< Aristoteles > Descartes > Newton > Kant > Hegel ve sonrası. )
- ...'NIN:
KANITI ile/değil GÖSTERGESİ
- ...'NIN KENDİ ile ...'NIN NEDENİ
( Nedenler sayısızdır, tek neden fikri bir yanılsamadır. )
( Her bir şeyin sayısız nedeni vardır. )
( Sizi güldüren ya da ağlatan bir mektup alırsınız, bunun nedeni olan postacı değildir. )
( For everything there are innumerable causes. )
( Causes are numberless; the idea of a sole cause is an illusion.
You get a letter that makes you laugh or cry. It is not the postman who does it. )
( THE SELF OF ... vs. THE REASON OF ... )
- ...NIN NEDENİ ile/ve/değil/yerine ...NIN İLİŞKİSİ
- ...'NIN:
"ONURU" ile/ve/değil/yerine/||/<>/< OLURU
- ...NIN SÜRECİ ile/ve ...NIN SÜRECİ
( PROCESS OF ... vs./and PROCESS OF ... )
- NİTELİK:
OLUMLU ve/||/<> OLUMSUZ ve/||/<> SONSUZ
- NİCELİK ile/ve/||/<>/> NİTELİK ile/ve/||/<>/> ÖLÇÜ
( Bölünebilir olan. İLE/VE/||/<>/> Bölünemez olan. İLE/VE/||/<>/> ... )
( "Kaç?" sorusunun yanıtıdır. İLE/VE/||/<>/> "Nasıl?"[Ne asıl? < KEYFE] sorusunun yanıtıdır. İLE/VE/||/<>/> ... )
( Nicelik olmadan, nitelik olmaz! Nitelik olmadan da nicelik! )
( Altın, altınlık niceliğinde, altınlık niteliklerini barındırır. )
( QUANTITY vs./and/||/<>/> QUALITY vs./and/||/<>/> MODERATION )
( ... ile/ve/||/<>/> GUNA ile/ve/||/<>/> ... )
( KEMMİYET ile/ve/||/<>/> KEYFİYET ile/ve/||/<>/> MİYAR )
- NİTELİKLİ YAŞAM İÇİN ...:
YARISI ile/ve/||/<> 2 KATI ile/ve/||/<> 3 KATI :) :) :) ile/ve/||/<> SINIRSIZ ve KOŞULSUZ
( Yemeğin. İLE/VE/||/<> Yürüyüş. İLE/VE/||/<> Gülüş. :) İLE/VE/||/<> Saygı ve Sevgi. )
- NİYE KONUŞUYORUZ? değil NEYİ KONUŞUYORUZ?
( Konuşmak/konuşabilmek esas ve önceliklidir. Bazı şeyler gerçekleşmeden, olumsuzlukları ve yetersizliklerin yaşanmasına fırsat vermemek üzere, konuşabilmek, doğadaki en güçlü ve olanaklı yetimizdir. Konuşmanın, "niye"si, "gereksizliği" vs. olmaz! )
- NİYET BOZUKLUĞU ile/değil NİYET EKSİKLİĞİ
( [not] HAVE AN EVIL INTENTION vs./but LACK OF INTENTION )
itibariyle 4.154 başlık/FaRk ile birlikte,
4.148 katkı[bilgi/açıklama] yer almaktadır.
(12/18)